14 Aralık 2007 Cuma

Yerli Malı Haftası

İçinde bulunduğumuz hafta eskiden, ilkokul zamanlarında, derslerin askıya alınıp sofraların hazırlandığı yerli malı haftası. Artık belirli gün ve haftalara saygımızı yitirdiğimizden mi yoksa yerli malı ürünümüz kalmadığından mıdır bilemiyorum, yerli malı haftası pek revaçta değil.

Sebebin ikincisi olması ihtimali daha yüksek. Örneğin memleketin her yerinden sular kaynaklarından şakır şukur akarken, bakkal ve büfelerimizden yabancı üreticilerin filtreleyip şişeledikleri
laneten suyu almak zorunda kalabiliyoruz.

Çok büyük ihtimalle 90'lı yıllarda dogmus çocukların hiç kutlamadığı, yerli malı diye bir ayrım var mıydı diyebilecekleri bu hafta, bana göre tıpkı diğer kültürel değerlerimiz gibi kaybolup gitmiş ve biz farketmemişiz. Maalesef bu gençler cevizli sucuk, fiskobirlik fındığı ve finike portakalını aynı masada göremeyecek.

Yine de hatırlatmakta fayda görüyorum
Yerli malı yurdun malı , her Türk onu kullanmalı

13 Aralık 2007 Perşembe

Palindrom - mordnilaP

Palindrom; herfleri ters sıra ile yazıldıklarında da anlamlı olan kelime dizilerine verilen bir ad. En bilinen örneği "ey edip adanada pide ye" olan palindromlarda kelime dizisi tersten okunduğunda aynı diziyi oluşturması gerekmiyor.

Birkaç ilginç örnek verelim:

traş adama şart
a man, a plan, a canal: panama
al kazık çak karaya kayarak kaç kızakla

Aslında çok anlamlı cümleler değiller. Tahminime göre birileri eğlence olsun diye bulmuş bu işi. Ancak Monsieur Georges Perec'in "Le Grande Palindrome (Büyük Palindrom)" isimli dizisi, palindromu oyundan ziyade bir sanata çevirmiş. Zira bu palindromda tam 5000 kelime kullanılmış. Bu, benim bulabildiğim, anlamlı olduğu için kabul görmüş en uzun palindrom. 17 binin üzerinde kelimeden oluşmuş palindromlar da bulunmasına rağmen bunlar anlamsız olduklarından kabul görmemişler.

Edebiyatımızda da palindrom kullanan şair ve yazarlarımız olmuş. Behçet Necatigil ve Üstün Alsaç palindromları keşfetmiş kişilermiş.

Palindrom konusunun benim çok ilgimi çeken bir kullanımı daha var . Los Amantes Del Circulo Polar (Kutup Çizgisi Aşıkları) isimli filmde olayların gelişiminin, palindrom mantığında olduğu söyleniyor. Birbirini başta ve sonda tekrarlayan olaylar varmış. Ayrıca baş rollerdeki karakterlerin isimleri "Otto" ve "Ana". Filmin bir bölümü İzlanda'da geçiyormuş ve hava kararmıyormuş. Bu da palindromsal bir etki daha katıyor filme. Son izlediğim İzlanda yapımı film (Noi Albinoi - Buzdan Hayaller) bende vakit kaybı hissi yaratmış olsada, Kutup Çizgisi Aşıkları bir merak uyandırdı.

Palindrom kelimesi çok açık olduğu üzere yabancı kökenli. Türkçe karşılığı olarak "tekrarbaşlayan" kullanılıyor. Ancak ararken bu şekilde kullanırsanız fazla sonuca rastlamanız mümkün değil. Ben de konuyu doğru aktarabilmek için ağ alanımızın ilkelerinden bir yazılık taviz vermiş bulunuyorum.

Yazımızla ilgili teşekkürü sevgili Güçlü'ye yolluyoruz. Bu konuya dikkatimizi çektiği için.

Canın sağolsun Beşiktaş'ım

Şampiyonlar liginde ilk tur maçları tamamlandı. Bizden Fenerbahçe kendi tarihinde ilk kez tur atladı, Beşiktaş ise şansını son maça kadar taşımasına rağmen elendi.
Kadromuza baktığımızda Şampiyonlar ligi tecrübesi olan sadece bir futbolcumuz olmasına rağmen buraya kadar getirmiş olmak büyük başarı bence. Aldığımız puan ile başka bir grupta olsaydık en azından UEFA kupasına devam edebilirdik. Hatta biraz daha Avrupa tecrübesi az olan takımlarla karşılaşma şansımız olsaydı tur bile atlayabilirdik.

Sonuçta her ne kadar yazılıp çizilenler takımın kötü oynadığını söylese da bu kadar genç bir takımın şansını son maça taşıyabilmesi bence başarıdır. Eğer bu lige önümüzdeki senede katılabilirsek ve biraz da şanslı bir kura çekersek tur atlamamız çok olası.

Beşiktaş'ımıza bize umut verdiği için teşekkür ederken, Fenerbahçe'yi de tebrik ediyorum. Yolları açık olsun.

14 Ekim 2007 Pazar

Müziğe devam - Extrawelt

Ağ alanımızın müzikseverlere bir ikramı daha olacak.
Huzurlarınızda Extrawelt, Soopertrack...







İlk duydugumda seneler öncesinde dinlediğim Massive Attack mp3'lerini aklıma getiren ve tekrar arayıp dinlememe neden olan bir parça.

Extrawelt ile tanışmamızı sağlayan sevgili Senem'e teşekkür ediyoruz.

Hammered Dulcimer

Bizim kanun çalgımızın vurmalı bir modeline benziyor. Sevgili İbrahim'in ilk olarak İstiklal Caddesi'nde gördüğü (bencede görüp görülebilecek en uygun yer) daha sonra YouTube'da aşağıdaki bey tarafından konuşturulduğuna şahit olduğum bir enstrüman. Hep beraber hayran olalım. Kendisi 2005 yılı Hammered Dulcimer şampiyonu.

13 Ekim 2007 Cumartesi

Kısa ileti ve elektronik posta marifetiyle bayramlaşma

Cep telefonunun ve elektronik postanın icadının halkımız üzerindeki olumsuz etkilerinden birisi de uyuşukluk bence. Zaten elinde olsa kış uykusuna yatmaya hazır olan insanlarımız yılda iki kez birbirleriyle bayramlaşmanın da kolayını bu teknolojileri kullanarak bulmuş durumda. Sanki eskiden birbirimize telefon edip, "Yener abi Şeker Bayramınız kutlu, yüreğiniz umutlu, umutlarınız atlı, sevdanız kanatlı, mutluluğunuz katlı, sofranız tatlı, mekânınız tahtlı, ömrünüz bahtlı olsun abicim" diyormuşuz gibi bu uzun cümleyi teknolojik araçlarla birbirimize yollamayı bir gönül alma, hatıra geçme yöntemi olarak kullanmak beni mutlu etmekten çok, bu durumun tepkimi çekmesine neden oluyor.

"Kardeşim ara iki laf edelim, bayramlaşalım güzelce ya da boşver canın sağolsun kandırmayalım kendimizi" diyesim geliyor.

7 Ekim 2007 Pazar

Kıyafet Şöleni

Yaklaşık bir ay kadar önce sevgili Burak'ın doğum gününü kutladık. Kutlamamizdan iki hafta kadar önce Burak telefon edip 8 Eylül tarihinde program yapmamamı o gün özel bir şeyler olacağını söyledi. Merak içinde bunun ne olduğunu öğrenmeyi beklerken bir kaç gün sonra Burak tekrar aradı ve o gün doğum gününü kutlayacağımızı ancak bunun normal bir doğum günü eğlencesi olmayacağını bir kıyafet eğlencesi olduğunu söyledi. Açıkçası garipsemedim, çünkü böyle bir toplantı yapacak tek tanıdıklarım sevgili Mutlu çiftiydi.

Tabi bizim alıştığımız eğlencelerden çok farklı olan bu sosyetik eğlence için ne giyebileceğimi bulmak epey vakit aldı. Ne giyeceğimi son geceye kadar bulamadım. Son gün annemin her şeyi saklama huyunun ilk kez bir faydasını gördük. Ertesi gün aşağıdaki resimdeki gibiydim.


Resim 1. Arap Şeyhi

Evde bizi sevgili Sezar ve toprağım Kleopatra karşıladı. Diğer konuklar arasında 2 doktor, 1 vampir, 1 kızılderili, 2 Japon hanımı (Birisi Selen'di. Annemin zulasından ona da bir kimono çıktı), 1 ninja, genç Nuri Alço ve 2 kurbanı vardı. Onların fotoğraflarını burada izinsiz yayınlamıyorum.
Kıyafetim erkek katılımcılar arasında yapılan oylamada birinci gelerek başarısını ispat etti. Hanımlar dalında kazanan bir Japon oldu.

Toprağım Kleo ve Sezar çok iyi hazırlanmışlardı. Tüm gece eğlenmemizi sağladılar. Hatta gecenin ilerleyen saatlerinde, Playstation'ın buradan görebileceğiniz dans halısını bile kullandık. Şimdi burada herkese haykırmak istemiyorum ama dayanamıyorum, bu kısımda F yerine D alan üç kişiden biri de bendim. Hemde bu kıyafetle.

Bu geceyi fotoğrafları ancak aktarabildiğim için yeni yazıyorum. Gerçekten hayatım boyunca unutmayacağım bir geceydi. Kızılderili Meriç "bu kıyafetler üzerimizdeyken bir tur atalım dışarıda" demişti. Genelde kabul görmedi ama keşke atsaymışız. Hem böylece eve girerken göz teması kurmamaya çalıştığımız yan komşunun hissiyatınıda daha açık öğrenebilirdik.

26 Eylül 2007 Çarşamba

Farid Farjad - Dinleyiniz

Farid Farjad İran'lı bir keman ustası. Hani bu müzik marketlerde bir şeyler çalar siz de merak edersiniz ya, işte benimde bu adamı tanımam o şekilde oldu. Vakit öldürürken bir taraftan kendisi kemanını konuşturuyordu. Sordum adını söylediler, bende ufak bir internet araştırması sonucu kendisinin eserlerine ulaştım.

Film tavsiyemin üzerine yine aynı şekilde ısrarla bu adamıda dinlemenizi isterim. Sanatını değerlendirmek benim haddime değil elbette ama tüketici sınıfındaki birisi olarak çaldıkları çok hoşuma gitti. Herhalde komşuluğumuzdan olsa gerek, yaptığı müzik bizim klasik müziğimize de benziyor. Bu da ayrı bir duygudaşlık yaratıyor ister istemez. Benim bulduğum albümünde sarı gelin ve böyle gelmiş böyle gider şarkılarının yorumlarıda var. Ayrıca albümün adı olan Anroozha da ters lale anlamına geliyormuş. Bu şekil zamanında Mimar Sinan tarafından Selimiye camiinde de kullanılmış.

Genelde albümün tüm şarkıları yavaş. Tam sakin bir şeyler dinleyeyim diyenlere göre. Bana olmadı ama insanı hüzünlendirir alır götürür diyenlerin sayısı çok fazla. Aslında bunu benden iyi benden çok dinlemişleri okuyarak anlayabilirsiniz. Bu konuda sevgili ekşi sözlük'ün Farid Farjah maddesi devreye giriyor tabi.

Dinlemeniz için bir şarkısını aşağıya ekliyorum:






25 Eylül 2007 Salı

Takva - İzleyin

Geçenlerde Takva filminin Türkiye'nin Oscar adayı olarak seçilmesi haberini izledim. Önceki günde gezerken baktım öyle raflarda duruyor, bu filimde iş vardır diyerek satın aldım. Eve gelip bizimkilere seyredip seyretmediklerini sorunca da, babamın "seyretmedik, e hadi tak seyredelim" gibi 1980'lerin beta video'lu dönemlerine ait bir talimatıyla geçtik ekran karşısına.

Film dini bütün bir kişi olan Muharrem'in iyi niyetinin ve inançlarının kendisine şeyh ve müritleri adını veren bir takım soytarılar tarafından nasıl istismar edildiğini gösteren mükemmel bir yapım olmuş. Muharrem'in düştüğü durumlar ve onun üzerinden işletilen sahtekarlıkları, dini kendi menfaatlerine alet eden zırzopları bundan daha güzel anlatamazlardı.

Kesinlikle hepiniz izlemesini tavsiye ediyorum. Görülecek, unutulupta hatırlanacak bir çok konu var filimde. Ayrıca ülkemizin adayı olması beni çok sevindirdi. Zaten bir çok uluslararası ödül almış durumda film. Ancak adı ne kadar duyulursa o kadar kişiye anlatmak istediklerini iletecektir.

Filmin başrolünde yıllarca Fadime'nin yanında Temel rolü oynatılarak ziyan edilmiş Erkan Can var. Büyük oyuncu. Özellikle filmin sonunda çok başarılı sahneleri var.

Takva'nın resmi sitesine buradan ulaşabilirsiniz.

Bu arada takva günah ve hatalardan sakınmak demekmiş. Daha doğru bir açıklamasını bilen varsa yazsın.

19 Eylül 2007 Çarşamba

Çukurların değerlendirilmesi procesi

Bu sabah tam sokağımızdan çıkacakken yolun ortasında bir fidan gördüğümü sandım. Yaklaştıkça gerçekten sokağın girişindeki çukurun içinde bir fidan etrafında da bir iki taş ve patlak lastik parçaları gördüm. Açıkçası sokaklardaki çukurlardan sıkıntılı olan birisi olarak çukurların bu şekilde değerlendirilmesi çok hoş bir düşünce olmuş. Yalnız tabi yolun tam ortasında olması hatta sokağın girişi olması pek uygun olmamış. Böylelikle kevgire dönmüş durumdaki yollarımız en azından bir oksijen deposu haline gelip insanımızda yarattığı siniri, derin derin nefeslenerek ortadan kaldırmaya yardımcı olacaktır.


Şanssız başladık

Üst üste çok fazla spor yorumu oluyor ama bu serinin son yazısı şampiyonlar liginde dün gece oynadığımız maçın yorumu olacak.
Kısaca bahsediyorum. Özellikle Ricardinho'nun sakatlığı takımın organizasyonunu çok etkilediği için hucuma çıkmakta problem yaşayan takımımız, tek top yapabilecek oyuncumuz olan
Delgado'nun oyundan alınmasıyla golsüz beraberliğe razı olmuştu ki, biraz rüzgar biraz genç kalecimizin heyecanlı tavrı gol yememize neden oldu.
Açıkçası bu sene çok beklentim yok şampiyonlar ligi ile ilgili ama Marsilya'dan da iyi takımdık, yazık oldu.
Genel resime bakarsak futbolcularımız ve teknik adamlarımızın teknik ve güç açısından problemi yok. Problem kendileri yeterince zekalarını kullanmıyorlar. Hemen iki örnek ile sonlandıralım yazımızı. Sevgili İbrahim Üzülmez'in eliyle topu en zor durumdaki adama atıp rakibe kaptırması ve kalecimizin soldan yapılan ortayı tutup yine aynı tarafa atması sonucu Bobo'nun rakibe toslayıp yerle bir olması. Önümüzdeki 20 yıl içinde bunlarda düzelecektir.

14 Eylül 2007 Cuma

Emre'ye bir kınama da benden

Emre Belözoğlu'nun Macaristan maçında attığımız golden sonra yaptığı el kol hareketleri yüce basınımız tarafından şiddetli tepkilerle karşılandı. Başta spor yazarları derneği ve neredeyse tamamı artık spor yazarı olan eski futbolculardan oluşan adını tam bilmediğim futbolcular derneği "ayıp ettin Emre, seni asla affetmeyeceğiz... Bittin oğlum sen" şeklinde açıklamalarda bulundu.

Sevgili Emre'de tüm bu olanlar üzerine alışılageldiği üzere "aman abi ben ettim siz etmeyin, yarın öbür gün dönerim ülkeme yüzünüze bakamam" diye düşünerek paşa paşa özür diledi.

Bu özüründen dolayı kendisini şiddetle kınıyorum. Kendilerine karşı en ufak harekette, harekette bulunan haklımıdır haksızmıdır sorgulama gereği duymayan, işlerine geldiği gibi davranan, nasıl sansasyon yaratırım diye insanlara atıp tutan, ellerindeki yayın gücünü saldırı için kullanıp okuyucuya hiç bir şey vermeyen yazarlara karşı Emre'den özür yerine "az bile yaptım, kendi terbiyesizliklerine baksınlar önce" açıklamasını duymak isterdim. Emre'nin yaptığı hareket yazılanlardan sonra gayet normaldi, bu yüzden kendisini savunmayarak özür dilemesine gerçekten üzüldüm. Bu sayede ahlaksız bir biçimde insanlara saldıran yazarların yaptıkları bir kez daha yanlarına kar kalmış oldu. İnsanımızın hakkını savunmaktan kaçmasıda diğer bir üzüntüm.

Casusluk skandalı sonuca bağlandı


Uluslararası Motor Sporları Federasyonu (FIA) Formula 1 takımlarından McLaren'in teknoloji hırsızlığı yaptığına hükmederek takıma 100 milyon Amerikan Doları ceza verirken takımın bu sezon aldığı puanlarıda sildi.

Kararda genel olarak dikkat çekmeyen bir detay daha bulunuyor. Bu sezon McLaren takımı pilotlarından birisi kalan yarışlarda birinci olursa takım yarış sonu yapılan kutlamada yetkili bulunduramayacak ve kazanan takım olarak anons edilmeyecek. Ayrıca takım sezon sonuna kadar puan alamayacak.

Bu kürsü detayı McLaren takımına bu sezon hiç pistlerde yokmuş gibi davranılması anlamı taşıyor ve bir İngiliz takımına verilecek esasta en ciddi ve küçük düşürücü cezalardan biri haline geliyor (Adamlar bizlerin aksine bunlarada önem veriyorlar).

Ayrıca takımın puan alamayacak olması ve takım olarak elde edilen tüm derecelerinin silinmesi sezon sonu klasmanında McLaren'i sonuncu yapacak ve kurallar gereği Formula 1 organizasyonundan tam tabirle beş kuruş bile alamamasına neden olacak.

Kararı yorumlamak gerekirse her ne kadar takım patronu Ron Dennis'in iddia ettiği gibi elde edilen istihbarat McLaren araçlarında kullanılmamış olsa da, rakip takımın güçlü ve zayıf yanlarını öğrenme açısından çok önemli. Saniyenin yüzde birinin bile önemli olduğu bir sporda (hatırlarım zamanında Hill, Villeneuve ve Schumacher sıralamlarda saniyenin binde birine kadar aynı zamanı yapmıştı) rakip ile ilgili en önemli bilgi bile çok önemli hale geliyor. Önceki senelerde M. Schumacher'in yarış sonunda rakip araçların yanından geçerken araçları incelemesinin bile büyük tartışmalara yol açtığı bir sporda 780 sayfalık bir rapor ciddi avantajlara yol açabilir.

Formula 1 gibi kurallara sıkı sıkıya uyulan ve sportmenlik kavramının diğer tüm sporlara oranla çok daha üst seviyede muhafaza edilmeye çalışıldığı bir sporda bu ceza takımlara çok ciddi bir uyarı oldu. McLaren gibi soylu ve Formula 1 sporuna çok büyük katkı sağlamış bir takımın böyle bir skandalda adının geçmesi çok üzücü ancak şeytana uyduklarını düşünüyorum.

Bu sonuçla Ferrari takımı takımlar şampiyonluğunu büyük ölçüde garantilerken seneye şampiyonluk için yarışacağını düşündüğüm BMW takımıda ikinci olarak önemli bir maddi desteğe kavuşup iddiasinı biraz daha arttırmış oldu.

McLaren takımına son bir kez daha kızıp FIA'ya verdiği bu karardan teşekkür ediyor ve Ferrari'ye kendisini satmayacak adamlarla çalışmasını öneriyorum.

(Resimi ntvspor.net sitesinden buldum ve bence durumu son derece güzel özetliyor.Ntv'nin neden iyi olduğunu kanıtlayan bir resim olmuş)

16 Ağustos 2007 Perşembe

Irak'ta ölen Amerikan askeri sayısı < 600.000

Malumunuz Irak'ta 2003 yılında başlayan özgürleştirme harekatı sonucu ülke bir iç savaşla yüzyüze kalmış durumda. Gazeteler ve radyo-televizyon haber bültenleri Irak'taki çatışmaları her gün sonuçları ile veriyor. Artık 3 büyük futbol takımımızdan sonra televizyonlarda haberi her gün yayınlanan tek konu Irak.

Bu kadar şiddetin yaşandığı bir ülkeden çıkan haberlerin neredeyse yüzde doksan beşi bir saldırı veya çatışma ve sonucunda ölen kişilerin sayısı oluyor. Haber başlığı genelde "Irak'ın şu şehrinde çıkan çatışma ya da meydana gelen patlama neticesinde xyz kadar Irak'lı öldü" şeklinde oluyor. xyz kimi zaman 5 kimi zaman 250. Bu çatışmalar sonucunda eğer müttefik kuvvetler askerlerinden ölen olmuşsa, şimdiye kadarki yeküne eklenerek, "Harekatın başladığı günden bu yana ölen Amerikan askeri sayısı böylece 4.987'ye yükseldi" şeklinde bir cümle ile haber bağlanıyor.

Peki neden kimse "Harekatın başladığı günden bu yana ölen Irak'lı sivil sayısı şuna yükseldi" demiyor. Yaklaşık bir senedir böyle bir rakam bekliyorum ama henüz açıklayan olmadı. Sanıyorum bu bilgi artık haber değeri taşımıyor. Çünkü her gün ölen onlarca sivil haftada bir ölen bir kaç batılı ülkenin askeri kadar ilgi çekici ya da ilginin çekilmesi gereken bir şey değil.

Bu rakamı haberlerden öğrenme umudumu keserek kendim araştırmaya karar verdim. Karşılaştığım rakamlar arasında beklediğim gibi uçurumlar var. Rakamlara geleceğim ama genel olarak gördüğüm kadarıyla savaş sonucu ölen insan tanımı yapılırken savaş ve peşi sıra getirdiği koşullar sonucu ölenler düşünülüyor.

Bu bağlantıda okuduğum makalede iki kurumdan farklı rakamlar geliyor. Iraq Body Counts isimli kurum şu ana kadar ölen Irak'lı sayısının 69660 ile 76112 arasında olduğunu söylüyor. Bu sayı bulunurken Irak'ta müttefik güçler tarafından yapılan harekatlarda ölenler ile müttefik güçlere karşı düzenlenen saldırılarda ölen siviller göz önüne alınmış. Johns Hopkins Bloomberg School of Public Health tarafından yürütülen bir çalışmaya göre ise 2003 yılından bu yana 601.027'si şiddet olayları ve saldırılar nedeniyle toplam 654.965 Irak'lı sivil ölmüş. Aradaki fark ise savaş nedeniyle oluşan yoksulluk sonucu ortaya çıkan açlık ve hastalıklar yüzünden ölenlerin sayısı. Bu bağlantıda aynı zamanda ölü sayısının saatte ve günde kaç kişi olduğuda yazıyor ama ben bu rakamlardan istatistik yaratılmasını pek etik bulmadığımdan bahsetmiyorum.
Just Foreign Policy Iraqi Death Estimator
Bir başka ağ alanında ölen sivil sayısının bir milyonu geçtiği belirtiliyor ve bir sayaçla gün gün takip ediliyor. Bu rakam benim okuduğum diğer yazılara göre biraz yüksek ancak rakamı nasıl topladıkları anlatılıyor. Yandaki resimde bu siteden alıntıdır ve kendiliğinden sürekli güncellenmektedir. Ümitim güncellemeye ihtiyaç olmaması tabii.

ABD hükümetine göre ise ölen sivil sayısı 30.000 civarında. ABD başkanının açıklamasına göre "abartıldığı kadar yüksek" değil yani.

Savaşın haklılığı ya da terörizm ile mücadele boyutunu bir yana bırakırsak bu korkunç rakamları aklımın almasında zorlanıyorum. Irak'ta her gün siviller ölüyor. Bu rakamlar her gün artıyor. Ölü sayısını 600.000 olarak düşünürsek Irak'taki son savaş su anda ölü sayısı açısından henüz otuzuncu sırada. Bu güne kadarki tüm savaşlara ait listeye buradan ulaşabilirsiniz. Ayrıca sevgili vikipedi'nin buradaki sayfasından da Irak savaşına ait farklı rakamlara ulaşmanız mümkün.

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Bir Trakya türküsü: Babuba

Tatil dönüşü ailemin tümü tarafından terkedilmiş evimizde ev işlerinden kendimi bulaşığı uygun gördüğüm bir zamanda televizyonda son derece neşeli bir türkü duydum. İnsanı olduğu yerde oynatacak cinsten bir türkü olması dikkatimi televizyona yöneltti. Sevgili TRT yapımcılarının altyazı olarak koydukları ve özellikle genç insanların türkü söylemesini sağlamak amacı taşıdığını düşündüğüm şarkı sözlerini okuyunca bir şaşkınlıktır aldı beni. Şarkı bir ayrılık hikayesini ve arkasındaki isyanı anlatıyordu. Araya giren kara tren, yaraya basılan tuz derken bir de baktım ki programa katılan tüm sanatçılar düğündeymiş gibi eğleniyorlar.

Sonradan arayınca türkünün bir Trakya türküsü olduğunu ve Trakya'lıların böyle insanlar olduğunu gördüm. Böylece bu tezat yoğunluğunun şaşkınlığını üzerimden attım. Hatta bir yerde Trakya'lıların 5 dakikalık mesafe için bile yanlarına oyun havası kaseti aldığını, parayı eğlenirken yemek için kazanmaya çalıştıklarını ve son derece gamsız olduklarını okudum. Açıkçası Trakya insanının bu tavrı hoşuma gitti. Adamlar yaşıyor dememe sebep oldu.

Söz konusu türkümüzüde sizlerle paylaşayım:

Yunanistan ile aramızdaki sınır bilindiği üzere Meriç nehri ile belirlenmiştir. Nehrin bir yakası Yunan toprağı diğer tarafı Türk toprağıdır. Edirne'de ki köylerden birinde Eyüp (bundan böyle hikaye sonunda kendisi için içimiz burulacağından bizim Eyüp olarak anılacaktır )adında bir genç köyün ağasının kızına aşık olur. Ancak bizim Eyüp fakir olduğu için bu ilişki ağaya ters gelmiş ve kızı karşı kıyıdaki köylerden birinin ağasının oğluna vermiştir (Karşı köyün de Türk köyü olduğu belirtmeyi borç biliyorum). Bizim Eyüp'te öylece kalakalmış, aşkından mecnuna dönmüş, saçı sakalına karışmış. Türkümüzde bizim Eyüp'ün feryadıdır esasında.

Sözleri şöyle:

Sevdiğim iki gözüm ellere yar oldu babuba
Kara tren aramıza kara duman ekti de
Göz göre göre yazık Eyub'a

Buraları sevemedim gönül orada
Yanıyorum tuz biber yarada
Deli gönül eremedi eyvah murada
Ölüyorum tuz biber yarada

Gözlerimin karesi kırmızı nar oldu babuba
Meriç'in azgın suyu aramıza girdi de
Göz göre göre yazık eyub'a

Buraları sevemedim gönül orada
Yanıyorum tuz biber yarada
Deli gönül eremedi eyvah eurada
Ölüyorum tuz biber yarada

Burada "BABUBA" Trakya'da sıklıkla kullanılan "be" kelimesinden çıkmıştır. Söylenmek istenen "BE BABA" dır aslında.

Sizler için sevgili Onur'un blogunda yayınladığı metodu ilk kez uygulayarak şarkımızı da sizlere sunuyorum:






25 Temmuz 2007 Çarşamba

Hastasıyım ofisimin

Şirketimizdeki idari tuhaflıkların üst üste birikip birer çile haline dönüşmesi beni bu konuyla ilgili bir şeyler yazmaya yöneltti. Dışarıdan hem mecazen hem de tam anlamıya aynalı gözüken binamızın şu anki durumu dışı seni yakar içi beni denecek cinsten. Eğer bir de önünden bahar zamanı, toplasan beş metrekare etmeyecek bahçemiz onlarca gül ile doluyken geçerseniz böyle konuştuğum için benim asılmami teklif edebilirsiniz.
Öncelikle en bilimsel olan sorundan başlayacağım. Şirketimiz insanlarında özgün adiyla "Sick Building Syndrome" (Hasta Bina belirtileri) diye adlandırılan rahatsızlık baş göstermiş durumda. Hasta binaların sorunu doğru havalandırma olmadığından, vucutlarında muayeneler esnasında sorun gözükmeyen çalışanların, yorgunluk, başağrısı, göz yanması gibi şikayetlerde bulunmasıdır. Böylece çalısanların iş yapası gelmemekte, yapacaklari işler normalden çok uzun sürmekte veya işler hatalı/eksik şekilde yapılmaktadır.
Bu sorun ile ilgili bir çok makaleyi google'da sick building syndrome diye aratarak ya da buraya tıklayarak bulabilirsiniz. Örnek olarak kendi grubumda beraber çalıştığım arkadaşlarımın ve benim normal tempomuzun çok altında çalıştığımız günlerde normalin çok üstünde yorulmamızı gösterebilirim. Özellikle yaz ayı ve sıcaklarla beraber bu sorunla ilgili şikayetler çok daha fazla ortaya çıkıyor. Sorunun en büyük sebebi ise yapımında veya bizim ofisimizdeki gibi yenilenmesi sırasında binalarda havalandırma sistemlerinin yeteri kadar düşünülmemiş olmasıdır.

Diğer tuhaflıkları sayarken kapıdan giren biri olarak davranip o sirayla anlatmaya çalışacağım. Öncelikle kapıdan girince karşınıza çıkan güvenlik görevlilerimizin, sizi karşılamadan önce sekreterlik görevlerini tamamlamalarını bekliyorsunuz. Eğer bir çalışansanız bu beklemeden kurtulabiliyorsunuz. Merdivenlere doğru giden koridora girerken sağ taraftaki turnikeyi pas geçerek özürlüler için yapılmış esas amacı kutu giriş çıkışlarında kolaylık sağlayan kapıyı kulanabilirsiniz. Turnikemiz kartlı sistemle calışır olup ay başında devreye girmeden önce tüm çalışanlara kartları dağıtılmaya başlanmıştır. Ancak kartlar tam manasıyla fiyasko durumundadır . Bir kere kart dediğimde okurların aklına gelen tek parça kredi karti boyutundaki cisimden iki adet anlaşılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bunlardan biri manyetik kart diğeri ise sadece resiminiz ve isminizin olduğu başka bir kart. Tabii ki ilki ikincisi olmadan da calışıyor. Peki neden ikincideki bilgiler birincinin boş olan yüzeyine basılmamış bunu bilen yok. Zaten bunu bilecek kişide cevaplamaya yeltenmeyecektir çünkü bu cevabın arkasından "çenemle alnım arasındaki mesafe iki yanağım arasındakinden neden kısa?" ve "şirketimiz neden teknoloji şirketliğinden tekneloji şirketliğine geçti?" gibi sorularla karşılasacaktır. Tahmin ediyorum siz de cevaplamamayı daha uygun bulurdunuz. Turnike safhasından başarıyla geçtikten sonra, ümitim asansör kullanmayı pek sevmemenizdir. Eğer asansör tercih ederseniz vaktinizin fazla olmasına dikkat etmeniz gerekir. Çünkü asansör ansızın sizi istemediğiniz bir kata uzun bir yolculuktan sonra götürebilir. Tabi asansörün çalıştığını varsayıyorum çünkü haftada bir bakımdan geçmesi ya da tamir edilmesi gerekiyor.

Birinci kata geldiğinizde elektronik kartlı kapıya kartınızı okutmak yerine kapı kolunu yavaşça aşağı bastırmanız yeterli olacaktır. Ofisimiz tamamen gecekondu mantığıyla tasarlanmış olup istendiği anda bir "transformers" hızında oda sayısında değişikliğe gidilebilir haldedir. Tabi bu koşulda her istediğiniz masada ağ ve elektrik prizi bulmanız mümkün olamayabilir ama bu noktada da uzatma teknolojisinden faydalanabilinir. Şu an için birinci kat tuvaletimizde tadilat olduğu ve önümüzdeki 15 gün olacağı için ilgili ihtiyaçlarınızı 1 ayda tamamlanan ve bir tuvalet bir lavabo eklentisiyle kullanıcılarına hizmete hazır olan ikinci kat tuvaletinde giderebilirsiniz. Çay içmek için mutfağa gittiğinizde Deryanın ortam sıcaklığından bayılmamış olmamasını dilemekten başka çaremiz yok. Allah korusun bu durum tüm ofisi çaysız bırakabilir. Sanıyorum çalısanların en çok isyan çıkartma potansiyeli bu durum üzerinde görülmüş ki, mutfak gorevlimiz gelemediği zaman hemen yedek oyuncular şirket tarafından devreye sokuluyor.

İkinci kata girer ve kafanızı sola çevrirseniz arkadaşlarımızdan bir tanesinin kaçak inşaat sonucu masasına köpükten duvar yaptığını görüyoruz. Bu yakışıksız hareketten dolayı kendisini defalarca ihtar etmemize rağmen dinlememiştir. Bize de son çare olarak noterden protesto çekmek kalmıştır. Ağ Destek Grubunun odasına girmeden kafanızı sola çeviriseniz bu kalabalıkta bir kişilik mesai zamanının %95ini kullanıcısız geçiren büyükçe boş bir oda olduğunu görürsünüz. Ağ Destek Grubu odası girdiğinizde tahmin edeceğiniz gibi geçici değil gayet kalıcıdır ve burada çalışanlar her gün bu odada işlerini görmektedirler. Odanın ortasından geçen sütun bizler için hiç bir şey ifade etmemekte ve neden odanın ortasından geçtiği henüz çözülememiştir. Sütunun hemen dibinde yol ortasından geçen kanala takılmanızın iki sakıncası vardır. Birincisi düşüp kafanızı gözünüzü yarabilirsiniz, ikincisi benim ağ ve elektrik tesisatımı bozabilirsiniz. Maalesef buna bir çözüm bulmakta tüm Dünya hekimleri çaresiz kalmıştır. Ayrıca odada esasında 6 kişi olmamıza rağmen 5 masa ve sandalye bulunması çalışanlardan ikisinin daha samimi bir ortamda calışmasını sağlayarak ekip ruhunun pekişmesine yol açmaktadır. Bu anlamda benim fikrim 5 masanın çok olduğu 4 masa hatta 1 adet sini ile bu çabanın daha iyi sonuç vermesinin sağlanmasıdır. Bu arada sandalyelerimizden bir tanesinin sırt kısmı tam ortadan geriye yatabilmektedir.Bu sandalye sadece surekli gerilmis şekilde çalışan personel için uygun olduğundan şirket içinde boyle bir kişi aranmış ancak henüz bulunamadığından kimseye bağışlanamamıştır. Ağ grubu odası ile ilgili son ayrıntı kattaki tek portmantonun odamızda olması, kış başlangıcı itibariyle montlardan 50 yeni kuruş kaban ve pardesüden 1 ytl alınması uygulamasına gidilecek olmasıdır. Abonelik sistemi ile ilgili çalısmalar devam etmektedir.


Çagri merkezimiz ve yemekhanemizin bulunduğu üçüncü katımızın en büyük sorunu camlarında perde yerine acayip bir film tabakası olması ve güneşe karşı korumasız olmasıdır. Eğer yemekhanede güneşin saldırdığı bir masaya oturmuşsanız hiç şansınız yok vucut sıcaklığınız yediğiniz yemeğin bir kaç katı olacaktır. Yemek demişken aklıma öğle yemeklerinin saat 10:30da binamıza girmesinden dolayi 12 ye kadar sıcaklıklarını muhafaza edememeleri geldi. Bu konuda özellikle ofisimizi bizden çok ziyaret eden tavuk hayvanına sitemlerimi bildirmek istiyorum çünkü henüz soğumadan servis olmayı başaramamıştır. Ancak yine de ayda bir kek ikraminda bulunan yemek şirketimizi seviyoruz.

Ofisimizde ayrıca her türlü kırtasiye gereksinimi aynı zamanda bir eksikliğimiz olarak sayılabilinir. Kağıt, kalem, cd gibi ihtiyaçlarınızı bir şekilde karşılamanız beklenmektedir. Hatta kimi zaman şirketin yaptığı işin temel bileşenlerinden olan ağ kablolarına sa
hip olmak büyük bir nimet durumuna gelmektedir.Bu yüzden kablo sahiplerinin şanslarını zorlamamaları gerekir.

Gece vakti aklıma gelen tesbitler şimdilik bu kadar. Katkıda bulunmak isteyenlerin yorumlar vasıtasıyla sayfalarımızı renklendirmelerini isteriz.
Bu yazima son sözu kendisi bir Alman yazar olan Friedrich Von Schiller'in biraz kaşları çatık halde soylemesini daha uygun buldum: Böcek olmayi kabullenenler, ezilince sikayet etmemelidirler.

23 Temmuz 2007 Pazartesi

Sümela Manastırı

Sümela Manastırı Trabzon İlimizin Maçka ilçesi Altındere köyünde bulunan yaklaşık 1550 once kurulmuş bir Rum manastırı. Yaklaşık inşa zamanı olarak 375-395 yılları olarak düşünülen manastırın günümüzdeki en onemli özelligi bekar erkeklerimizin ziyaretlerini takiben hayırlı bir kısmetle karşılaşacaklarına dair olan inançtır. Manastir ile ilgili tüm bilgilere vikipedi'den ulaşabilirsiniz.
Geçenlerde manastırın resmini bir Turkcell reklamında görünce, 2003 yılında gördüğümde şaşirdigim ama güzel ülkemizde olanları düşününce çok yadırgamadığım bir kaç şey tekrar aklıma geldi.
Öncelikle yolun virajlı ve bozuk yapısı manastıra kadar ziyaretçilerin kendi araçlarıyla çıkamamasına neden oluyordu. Bundan faydalanan bölge insanımız manastıra ulaşım için servis imkanı yaratmışlardı. Ancak normal ve düşünceli gibi gözüken bu davranış araçların 1950'lerden kalmış tamamen kabak lastikli olmasından dolayı, bindiğinizde bünyenizin bir tedirginlikle kaplanmasına neden oluyordu.
Sağ salim manastıra ulaşma şansına nail olduktan sonra, yürüyerek çıktığınız merdivenlerin sonunda genellikle iki kişi ile karşılaşıyorsunuz. Bunlardan biri biletçi diğeri ise ne kadar uzun süredir orada olduğu bilinmeyen ve muhtemelen ataları manastırın ilk sahibi keşişler olan bir amcaydı. Kendisinin görevi ise manastırın henüz ziyaretçiler tarafından oyulmamış ve sevgi sözcükleri kazılmamış fresklerini korumak ve flaşlı fotoğraf çekmeye yeltenen insanların üzerine atlamaktı. Tabi tek başına bütün bunlarla maalesef başa çıkamıyordu kendisi. Örneğin 1500 yıl önce yapılmış tuvaletlerin günümüz eşekleri tarafında kullanılmasının önüne geçemiyordu. Ama çabasını takdir etmemek mümkün değildi.
Benim en ilgimi çeken ise manastırın restorasyonunun ardından (bu noktada restorasyonda esas amaçlananın orijinale uygunluk olduğuna dikkat çekmek istiyorum) 1930 larda yanan çatının yerine konmuş olmasıydı. Ancak biraz kafası çalışan birisi, 1500 yıl önce modern çatı sistemlerinin keşfedilmiş olamayacağını gözden kaçırmaz tabii ki. Maalesef bu restorasyonda atlanmış. Böylece ülkemiz dünyanın tek modern çatı sistemli manastırına sahip ülkesi durumuna gelmiş. Daha sonra öğrendim ki zaten insanımız yangından öncede o zaman için yeterince modern olan bir çatıyı manastıra uygun görmüş ve eklemişler. Yani bu son çalışma sadece bir iyileştirme olmuş.
Buna benzer bir çalışmayı bundan yaklaşık 10 yıl kadar önce Efes'te görmüştüm. Orada da bir uzmanımız itinayla eski eser yaratmaktaydı. Kendisi bir tür heykeltraştı ama zannediyorum yaptıkları çok daha eski görünebilme özelliğine sahipti.

Ülkemizde bu tip tarihi eser iyileştirmelerine daha çok kaynak aktarılmasını bekliyorum. Şimdi bir Aspendos'a kapalı tribün eklenip, eski bölümede "Eski açık" adı verilse fena mı olur?

20 Temmuz 2007 Cuma

Minyatür Dünya

Minyatür Dünya çalışması gezegenimizdeki eşitsizlikleri ve sorunları ele alan Birleşmiş Milletler verilerine dayali bir çalışma. Minyatur Dunya'da nüfus sadece 100 kişi.

Bu yüz kişinin 61'i Asya'lı, 12'si Avrupa'lı, 13'ü Afrika'lı, 8'i Kuzey 5'i Güney Amerikalı ve 1'i de Okyanusya'lı oluyor.

Yarısı kadın yarısı erkek. 47'si şehirlerde yaşıyor. 9'u özürlü.
47'sinin temel sağlık ihtiyaçları karşılanmıyor. 18'inin temiz suyu yok.
Tüm Dünya servetinin yaklaşık %60'ı 6 kişinin.
13'ü aç ya da kötü besleniyor.
14'ü okuma yazma bilmiyor.

12'sinin bilgisayarı, bunların 3'ünün interneti var.
Yaşı 15-49 arası olan birisi HIV virusu taşıyor.
Buzdolabı, yatağı, gardrobu ve bir çatısı olanlar kalan %75'ten daha zengin.
18'i günde en fazla 1 dolar 53'ü en fazla 2 dolar ile geçiniyor.

Çalışmanın sonunda verilen mesaj aslında bir çoğumuzun okurken aklından geçen şey oluyor:

"Sahip olduğuna şükret"

Minyatür Dünya ile ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Ülkemizde bu sorunların bir çoğu geçerli hatta bazılarının fazlası var. Ama böyle bir çalışma bulamadım. O yüzden bence buna bir göz atın.

19 Temmuz 2007 Perşembe

Internet'in 25 vazgeçilmezi

Internet'te her gün düzenli olarak girdiğimiz ağ alanlarının sayısı gittikçe artıyor. Artık gazetenin basılı hali ya da posta kutusunun anahtarla açılan türü gittikçe daha az kullanılır hale geldi. Artık hepimizin sık kullanılanlar diye bir listesi ve burada bir çok kayıtı var.

Sevgili Time dergisi bu durumu Amerikan kanı taşımasının etkisiyle olsa gerek biraz duygusallaştırarak bir yazı haline getirmiş. Yazının başlığı "Olmadan yaşayamayacağımız 25 ağ alanı"(25 sites we can't live without).

Listenin şampiyonu Amazon.com alani. 20 yaş ve üzerinde obezitenin %55'e ulaştığı hareketi sevmeyen bir ülke için gayet normal bir seçim olmuş doğrusu. Listemizin ikinci sırasında BBC.co.uk üçüncü sırasında bir çok şehir içinde aranılan mekanların bulunmasını sağlayan citysearch.com sitesi bulunuyor. Listede google 12. sırada, wikipedia ise ancak 24. sırada bulunuyor. Ozellikle bu son ikisinin en başta olması gerektiği konusunda ısrarlıyım. Ancak Time dergisi alışveriş ve sosyal paylaşım sitelerini daha hayati bulmuş olmalı. Tabi bunların ağ ortamında yapılması sonucu ortaya çıkacak hayatın ne kadar yaşanilabilir olduğu konusunda bir tartışmaya girilmemiş.

Gittikçe artan ağ hizmetlerinin günlük bunaltı içinde işimize yarar gözükmesinin yanında, insanlar arası etkileşimi azaltması bu işi biraz düşünülmesi gereken bir hale getiriyor.

Ayrıca yine Time'da yayınlanan en kötü beş alanı da buradan ulaşabilirsiniz.

18 Temmuz 2007 Çarşamba

Alırım IP'ni...

Seçime günler kala siyasi partilerimizin artik alışılagelmiş birbirlerini tehdit etme mesajlarına yepyeni bir boyut getirildi.

AKP Gençlik kolları AR-GE başkanı bir bilim insanı(!) partinin hazırladığı açık oturum sayfasında kendi tarafından kabul görmeyecek mesajlar atan kişilerin IP adreslerini not edip seçimin ardından kendilerine hesap soracacakları tehdidinde bulundu. Ilgili habere buradan ulaşabilirsiniz.

Özellikle Estonya-Rusya arasındaki bilişim savaşının ardından ülkemizde de bilgisayar teknolojileriyle ilgilenen siyasi şahsiyetler olduğunu görmek beni çok sevindirdi. Bundan böyle bu tip teknolojik konuların hayatımızda daha çok yer alacağı fikrine kapıldım. Örneğin tarayıcı tipine göre siyasi görüş analizi ilk aklıma gelen. Bu da şu şekilde işliyor: Eğer Firefox kullanıyorsanız açık kaynağı destekliyorsunuz, demek ki oyunuz bağımsız adaya gidecek, not ediyorum IP'ni.

Bir diğer kolaylıkta bundan böyle posta adresi yerine IP adresi kullanılması olmalı bence. Ayrıca IP adresi olmayanın resmi işlem yapamamasi ve mazotu 2 ytl'den alması gündeme getirilmeli.

Gününün önemli bir kısmında IP adreslerine saygı gösteren birisi olarak bu densiz arkadaşın yaptığı manasız açıklamayı kınıyorum. Zaten kendisinin IP adresi şu anda elimde. Artık gerisini kendisi düşünsün.

10 Temmuz 2007 Salı

7 harika 2.0

Dünyamızın yeni 7 harikasının seçimi sonuçlandı. 21 aday harikanın (?) katıldığı seçimde daha önce listede olmayan 7 harikanın harikalığı tescillendi. Bu cümleyide yazmak bana garip geldi. Sanki top 10 listesi oluşturuyor gibi seçim yapmanın dahası bunun 7 ile sınırlanmış olmasını aklım pek almadı.

Yeni harikalarımız Çin Seddi (Çin), Petra antik kenti (Ürdün), İsa Heykeli (Brezilya), Macchu Pichu kayıp şehiri (Peru), Chichen Itza piramidi (Meksika), Coliseum (Italya) ve Tac Mahal (Hindistan) oldular. Hala var olan tek eski harika olan Mısır'daki Giza piramitleri ise eski harika nasıl listeden çıkar denmesin diye hakikaten tam bir rezillik örneği olacak şekilde onur ödülüne layık görüldü. Boylece Mısır halkının da kalbi kırılmamış oldu.


Listeye giremeyen harika adayları arasında Ayasofya, Eiffel Kulesi, Özgürlük anıtı, Alhambra sarayı, Sidney Opera binası ve Kremlin sarayı gibi meşhur yerlerde bulunuyor. Şahsen ülkemizde bulunan Ayasofya'ya bir mansiyon dahi verilmemesi beni çok üzdü. Halkımızın bu konuda kayıtsız kalmayacağından eminim.


UNESCO da bu seçimden rahatsız olacak ki bir açıklama yayınlayarak, seçimin tüm dünyanın seçimi olmadığını sadece internet üzerinden bir oylama olduğunu belirtmiş ve eski harikalara bir saygısızlık edilmemesi gerektiğini belirtmiş. Seçimdeki lakayıtlığa bir örnek vermek gerekirse Brezilya'da (ülkemizde de çeşitli oylamalar için sıklıkla uygulanan tarzda) bir İsa' ya oy verin kampanyası yürütülmesini gosterebiliriz.

Bu seçim ile ilgili yazıma son vermeden once gerçek yedi harikayı da burada anarak saygımı ifade etmek isterim.


Keops Piramidi (Giza Piramitlerinden birisi)
Babil'in Asma Bahçeleri
Zeus Heykeli
Artemis Tapinağı
Rodos Heykeli
Iskenderiye Feneri
Halikarnas Mozolesi

7 Temmuz 2007 Cumartesi

İlk sağdan 10 metre geriye, ikinci sola ... ?

İspanya'da geçenlerde yapılan bir operasyonda sol eli kopan bir kişiye, felçli sağ eli dikildi. Bu haberin detaylarına buradan ulaşabilirsiniz.

Bu olağanüstü sagdan sola operasyonunun ülkemizdeki biçimi Sabah gazetesinde yayınlanan bir yazıda ele alınmış. Yazıya Güçlühan Özen'in ağ sitesindeki mutlaka okuyun bölümünden ulaşabilirsiniz.

Gerçekten mutlak okunması gereken bir yazı olmuş. Okumanızı tavsiye ediyorum.

4 Temmuz 2007 Çarşamba

Matematiğe şehircilik damgası

New York şehrinin haritasına ya da uydu görüntüsüne bakarsanız, şehrin tüm sokaklarının birbirine mükemmel bir paralellikte olduğunu gorürsünüz. Sevgili New York şehiri yöneticileri "bu şehir ileride büyürse yolumuzu bulmak kolay olsun" ve "filmlerde 42.sokakla Madison'ın köşesi denilebilsin" diye zamanında böyle bir fikir geliştirmiş ve uygulamışlar. Hatta bu kolaylığı bir adım ileriye götürüp caddelerle (avenue tabir edilen), sokakları birbirine dik yapmışlar.

1940'li yıllarda şehirde doğru dürüst bina yokken, planlamacılığı bırakmış bir şehirde yaşayan birisi olarak, NY'li arkadaşlarımızın bu başarısını alkışlıyorum.

Bu düzenden matematikçi bir takım arkadaşlar faydalanmak istemişler ve iki noktanın koordinatları arasındaki farkların toplamından hesaplanan uzakliğa Manhattan distance demişler. Manhattan diye adlandırılmasının nedeni ise bu iki nokta arasındaki mesafenin kus ucusu metoduyla hesaplanmayıp, sanki şehir içinde bir noktadan diğerine gitmek için yürüdügünüz mesafeymiş gibisinden hesaplanması.

Aşagıda wikipedia dan araklanmıs bir örnek görüyoruz.

Örneğimizde yeşil ile gözüken mesafe euclidean tabir edilen bildiginiz cetvel ile ölçülen mesafe oluyor. Diğer renklerimizde manhattan mesafesi. Ayni new york ta iki adres arasındaki yol mesafesi gibi.


Manhattan mesafesinin, listesini bulamasamda kullanım alanı oldukça geniş. Merak edenler için google adlı arama sitesini tavsiye ediyorum.


New York'lu şehircilere takdirlerimi gönderirken şehirimizin örneğini mısır piramitlerinden alan sayın yerel yoneticilerimizi de selamlıyorum.

28 Haziran 2007 Perşembe

Fransa'nın tarihi başarıları

Google'ın şahsen hiç kullanmadığım kendimi şanslı hissediyorum özelliğinde fransızların hiç hoşuna gitmeyecek tarihi bir gerçek saklı olduğunu öğrendim. Google'ın ingilizce sitesine girip arama bölümüne "french military victories" yazar ve "I'm feeling lucky" düğmesine basarsanız Fransa tarihi ile ilgili gerçeklere ulaşıyorsunuz. Öncelikle sevgili google ne zaferi kardeşim sen herhalde yenilgiler demek istedin diye bir çıkışta bulunuyor. Siz eğer tamam öyle olsun derseniz açılan sayfada adamların tarih boyunca en buyuk savaş başarılarının beraberlik olduğunu görüyorsunuz. Tabi iki tarafında fransız olduğu fransız ihtilalini kazanmayı nasil olduysa başarmışlar.

Özellikle fransız zulmunu senelerce yaşamış birisi olarak google'ın bu hareketi çok hoşuma gitti.

Aferin çocuklara...


18 Haziran 2007 Pazartesi

Asal sayılar ve 6174

Ofiste artık ne yapacağımızı iyice şaşırdığımız bir anda nereden aklımıza geldiğini hatırlamadığım bir şekilde asal sayılarla ilgilenmeye başladık. Sevgili wikipedianın katkılarıyla bu asal sayılarin sadece asal olmadıklarını aynı zamanda birer bulmaca olduğunu farkettik. Özellikle bazı matematikçi bilim insanları bunları öyle bir gruplandıtmış ki akıl almıyor. Örneğin Left-truncatable primes diye bir grup var. Bunların başındaki ilk rakam atılsa da asal kalıyorlar. Mesela 97 ve 113. Sonra Repunit asalları var. Bunlarda sadece 1 den oluşan asallar. Sıradan sayarsak 11, 1111111111111111111, 11111111111111111111111 bundan sonrakinde 317 tane ondan sonrakinde de 1031 tane yan yana 1 varmış. Bunlar gibi daha bir sürü tuhaf asal sayı grubu var. Buradan ulaşabilirsiniz.

Bu sayı işine girince çıkamıyorsunuz. Dün bunlara baktığımız arkadaşlardan bir tanesi daha tuhaf bir sayı yolladı. Kaprekar sabiti tabir edilen bu sayıda bir Hintli matematikçimizin insanlığa armağanı. Tanımı ise soyle:

Dört basamaklı sayılara en fazla yedi kez aşağıdaki işlemler uygulandığında ortaya çıkan sabit sayı:
Tabi bazı kuralları var. Örneğin dört basamaklı sayımız tek bir rakamdan oluşmayacak. Ayrıca üc basamaği ayni olup diğer basamaği bunlardan 1 büyük ya da küçük olmayacak.Bu iki kurala uyan dört basamaklı sayılara aşagıdaki işlemleri uygularsak en fazla yedi tekrar sonunda sıfır veya 6174 sayısına ulaşıyoruz

Adımlar şunlar:

1. Yukarıdaki şartlara uygun dört basamaklı bir sayı alınır.
2. Sayının basamaklarını büyükten küçüğe ve küçükten büyüğe doğru sıralayarak iki adet dört basamaklı sayı elde edilir.
3. Bu ikisinden küçük olanı büyükten çıkarıyoruz.
4. 2. adıma dönülür.
En fazla yedi adımda sıfır ya da 6174 sabit sayısı elde edilecek ve kısır döngüye girilecektir.

Hemen bir örnek verelim:
1192 sayısını alalım.
9211 - 1129 = 8082
8820 - 0288 = 8532
8532 - 2358 = 6174

İlginç değil mi?

15 Haziran 2007 Cuma

Dany Brilliant

Tanımayanlar için anlatmak gerekirse, Mösyö Brillant (bundan sonra Dany bey denilecektir) eski bir takım şarkıları alıp yeniden yorumlayan ve yanına bir kaç adette kendinden şarkı
katan Tunus kırması Fransız bir muzik şahsiyeti. Kendisi Dünya üzerinden farklı bölgelerin tarzında şarkılar söylüyor. Son kasetinde Mambo Italiano, Volare gibi eski şarkıların yanısıra Jazz, Tango Bolero, Rumba tarzında kendi yazdığı dans şarkıları bulunuyor.

Geçenlerde gittiğimiz konserinde ilginç bir takim şeyler oldu. Öncelikle konser başlamadan yaşlica bir adam sahneye cikip “seyircilere tamam söylenmeyin gelicek birazdan” şeklindeki bir anonsu Bülent Ersoy Türkçesiyle yaparak salondaki herkesi konser öncesi bir tedirgin etti. Bu arada salon dediğimiz yerin bir balo salonu olarak tasarlanması, gittiğimiz organizasyonun düğün olmaması nedeniyle bir takım akustik tatsızlıklara neden oldu. Neyse bunların etkilerini atlattıktan sonra konser başladı.

Kendisini ilk kez IstanbulAnkara otobanında dinlediğim Dany bey'in konser performansını pek beğenmesemde, orkestrasındaki başarılı arkadaşlar sayesinde konser iyi geçti diyebilirim. Hatta Fransua adlı (Francois) perküsyon üstadımız bir ara tüm kontrolü eline alip, oturduğu taburenin üzerine çıkarak insanları coşturdu. Daha sonrada zaten konuk sanatçı olarak gelen Candan Erçetin’in devreye girmesiyle konser Dany beye çaktırılmadan bitti.

Bu arada Dany Bey’in bir ara adını bilemediğim su çift taraflı ayaklı darbuka tarzı vurmalı çalgıyla yaptığı gösteri gerçekten güzeldi. Konser ile ilgili araştırılması gereken bir hususta Dany Bey’in tüm şarkilarda “I wrote this song” demesiydi, bu beni biraz şüphelendirdi.

Kendisinin şahsi ağ sitesi şudur:

http://www.danybrilliant.com

11 Haziran 2007 Pazartesi

Kubica nasıl hala hayatta ?


Televizyonlarda verilmeye basladigindan bu yana yani yaklasik 15 senedir tum yarışlari seyretmişimdir. Ancak bugüne kadar bu hızla yapılmış bir kaza görmedim. Yaklaşık hızı 270 km iken BMW sürücüsü Kubica önce Toyota'ya daha sonra dışarı çıkıp kenarda duran Sutil'in aracına ve en sonunda duvara çarptı.

Araçların bu kadar hasar aldığı hatırladığım en son kaza Burti nin başlangıç sırasında Schumacher'in aracının üstüne çıkmasıydı. Ancak o kazada hızlar bu kadar yüksek olmadığından , büyük hasara rağmen iki sürücude tıbbi müdahaleye ihtiyaç duymadan dışarı çıkmışlardı.

Kubica'nın sağlık durumunun iyi olması ve ilk gelen haberlere göre sadece bacağının kırılması sevindirici. Bu kadar büyük bir kazadan böyle ufak bir yaralanma ile çıkması tabii ki Formula 1 arabalarını yüksek güvenlikli şasisine ve sürücülerin kullandıkları aksesuarlara baglı. Burada ki yazıyı daha once Formula1.com sitesinden cevirmistim. Yazının orjinaline aynı siteden ulaşabilirsiniz.

Hamilton yarisamadan kazandi

Formula 1 de son yılların en olaylı yarışı vardı bence dün akşam. Hamilton yarışı kazanmasına rağmen yarış boyunca olanlar kimsenin kendisine rakip olamamasına neden oldu. 4 kez güvenlik aracı girmesi ve iddialı pilotların cezalar alması takvimdeki en guzel pistlerden biri olan Montreal de zevksiz bir yarış olmasında neden oldu.

İzleyenler arasında bol hareket dolu yarıştan keyif alanlar mutlaka vardır ama ben başında cok keyifli olabilecegini düşündüğüm yarıştan aynı hazı alamadım.

Özellikle yeni kurallar bence biraz saçma olmuş. Bir yarış boyunca tüm lastik tiplerinin kullanılmasının gerekmesi bana çok saçma geliyor. Ayrıca güvenlik aracı varken cep yolunun geçici olarak kapatılması bu oyunun içindeki taktiksel hamleleri ortadan kaldırıp, şans faktörünü ön plana alıyor. Bir diğer saçmalık ise tur yiyen araçlarin güvenlik aracını geçip turlarını geri almalarına izin verilmesi. Bu sayede pistte hızı azaltmaya yonelik bir eylem varken tur yiyen araçlar son hızla yarışa devam edip pistteki tehlike devam ederken hızla yola alıyorlar. Bu durumda güvenlik aracı ne işe yarıyor pek anlayamadım.

Çok yetenekli olduğuna inandığım Hamilton'un maalesef ilk galibiyeti biraz gölgeli oldu. Keşke kendini daha iyi gösterebileceği rekabetçi bir yarış olsaydı. Bu şekilde kimsenin aklında soru işareti olmazdı. Hamilton gerçek bir yarış kazanana kadar bu yarışı benim icin 2005'te Ferrari'nin ABD'de aldığı "Hayalet Galibiyet(Hollow Win)" ten öteye geçemedi

8 Haziran 2007 Cuma

Degisik bir milletvekili adayı


Seçim sürecine girdiğimiz bu günlerde hepimiz oy verecegimiz partiye karar vermeye calışıyoruz. Ancak 22 Temmuz seçimlerinde partiler kadar bağımsız adaylarda yarışın içinde olacak. Özellikle barajı geçemeyecekleri belli olan partiler oy potansiyellerinin yüksek olduğu şehirlerde seçime bağımsız adayları ile giriyor. Tum bu bağımsız adaylar arasında particilikten uzak, kendi fikirleriyle seçime giren bir aday var.

Sevgili arkadaşim Güçlühan Özen, Ankara 1. Bölge'den bağımsız milletvekili adayı oldu. Güçlü bir coğumuzun üzerinde hem fikir olduğu düşüncelerini paylaşmak istiyor.

"Modern bir Türkiye için, Geleceğin Türkiye'si için" sloganıyla yola çıkıyor. Sadece arkadaşları olduğumuz için kendisine oy vermemizi istemiyor. Bence oyunuzu kime verecek olursanız olun kişisel ağ sitesine girip kendisiyle bir tanışın. Eminim kendi düşüncelerinizden de bir şeyler bulacaksiniz. http://www.gucluhanozen.com

Dinleyiniz


Blonde Redhead
grubu güvenlik konusunun kabak tadı verdiği bir ders akşamına son noktayı koyarak zaten saygımı kazanmıstı. Bunun uzerine kendilerine yakın ilgi gosterip bazı parçalarını dinledim. Herkese tavsiye ederim. Farklı bir tarzı olan grup 3 Temmuz' da Istanbul Modern de bir konser verecek.

Aşağıdaki 30 saniyelik kısa parca size bir fikir verebilir.

Blonde RedheadMisery Is a Butterfly

Ayrıca saygıdeğer vikipedi kaynakları grubu soyle tanimlamislar:

Blonde Redhead
müziği alternatif rock veya indie rock olarak tanımlanan grup. Kazu Makino Maki Takahashi ve Italyan ikiz kardeşler Simone Pace ve Amedeo Pace tarafından kurulmuştur. Grup ismini 1970 ve 80`lerin New York`lu grubu DNA`nın bir parçasından alır.

Daha detaylı bilgi vikipedi den bulunabilir.

Roberto Carlos Istanbul'a geliyor

Fenerbahçe dunyanın en iyi sol savunma oyuncusu olarak gosterilen Brezilya'lı Roberto Carlos'u transfer ederek sezonun ilk transfer bombasını patlattı. Roberto Carlos transferi kimilerine gore cok isabetli, kimilerine gore ise 34 yaşındaki futbolcunun takıma kazandıracakları cok kısıtlı. Bu tartışmalar devam ederken Istanbul'da ülkemize bugüne kadar gelmiş en başarılı futbolcuyu ağırlamaya hazırlanıyor.

Futbol dışında Roberto Carlos'un özel hayatı da özellikle magazincilerimiz tarafından çok dikkat çekecek. Real Madrid'de oynarken bir çok defa kulüp tarafından özel hayatı konusunda uyarılan futbolcu son olarak Victoria Beckham tarafından eşi David Beckham'ı gece hayatına sürüklemek ile itham edilmişti. Çapkınlıklarıyla da meşhur oyuncu Istanbul gece hayatına ayak uydurmakta hiç sorun yaşamayacak gibi duruyor.